Hayat yolculuğunda, her birimiz için mutlak olan iki temel yoldaş vardır: istek ve inanç. İnsan, doğası gereği ister; bir şeye meyleder, bir arzu duyar. Ve yine insan, bir şeye yaslanma, bir anlama tutunma ihtiyacıyla mutlaka inanır. Bu iki kuvvet, varoluşumuzun ayrılmaz birer cüzüdür. Bu kuvvetlerin rehberliğinde insan, hayatına bir yön çizer. Bu yönü belirleyen en sağlam pusula ise, “Allah’ın rızasını kazanmayı” her türlü sorgulamanın ötesinde, hayatın temel ve birincil gayesi olarak kabul etmektir. Bu kabul, pusulayı sabitlemiş, gündelik hayattaki eylemlerimize bir nizam ve anlam katar.
Ancak bu berrak strateji ve sarsılmaz kabul dahi, fıtratımızın o canlı ve bazen de taşkın istekleri karşısında, özellikle odaklanma ve anın hakkını verme noktasında çetin imtihanlarla yüzleşir. Bir işe tüm dikkatimizi vermişken, Rabbimizin rızasına uygun bir önceliğin peşindeyken, ansızın bir istek belirir zihnimizde. Belki meşru bir arzu, belki fıtratımızın bir yansıması, hatta kaynağında kötü bir niyet taşımayan, insani bir temenni. İşte tam bu anda, inancımızın bize gösterdiği istikamet ile isteğimizin bizi çağırdığı o anlık cazibe arasında bir gerilim başlar. İnanç; sabrı, sebatı, uzun vadeli bir hedefi işaret ederken; istek, o anki bir tatmini, bir heyecanı fısıldar.
Bu, inancın zayıflığı değil, daha ziyade insani olanın, o anlık ve güçlü olanın, ulvi ve daimi olanla giriştiği bir imtihandır. Zira o istek, özellikle de meşru bir dairede yer alıyor gibi göründüğünde, zihne sızmakta, kalpte yer bulmakta daha mahirdir. Odak, bu noktada inancın iradeye dönüşme, isteği ise kendi mecrasında, doğru zamanda ve doğru şekilde konumlandırma sanatıdır. Hedef, güçlü dürtülerin direksiyona geçmesine izin vermek değil, onları ana amacı destekleyen ikincil kuvvetler haline getirmektir.
Bu içsel mücadelede, inancımız en temel sığınağımızdır. O, bize “neden” sorusunun cevabını, sabrın ve sebatın ardındaki hikmeti hatırlatır. İsteklerin fırtınalı denizinde yol alırken, inancın ışığı, rotamızı kaybetmememiz için bir deniz feneri görevi görür. Bu, istekleri yok saymak veya bastırmak değil, onları inancın terbiyesinden geçirerek, hayat stratejimizin o büyük ve anlamlı gayesine hizmet eder hale getirmektir. Her odaklanma çabası, her anlık isteğe karşı inancın rehberliğini seçiş, bu terbiyenin, bu içsel cihadın bir parçasıdır.
Nihayetinde, bu süreç tamamlanmış bir zafer değil, devam eden bir yolculuktur. İstekler ve inanç arasındaki bu hassas dengeyi kurma gayreti, hayat boyu sürecek bir imtihan ve aynı zamanda bir arınma vesilesidir. Her tökezlemede yeniden inanca sarılmak, her odak kaybında Rabbimizin yardımını ve rahmetini ummak, bu yolculuğun en kıymetli azığıdır. Zira O’nun rızasına giden yol, ancak O’nun inayetiyle yürünebilir.
Bir yanıt yazın